Çocuklarımızı ‘yarış Atı Gibi Koşturmak’ Üzerine…

28 Nis 2025 | ÖĞRETMEN YAZILARI | 0 yorum

Dün akşam misafirlikte, küçükken oynadığımız oyunlardan bahsettik arkadaşlarla. Anlattık anlattık bitmedi.

Yokluk ve yoksulluk içinde geçen çocukluğumu nasıl da doya doya yaşamışım. Yamayıp yamayıp ayağımıza giydiğimiz kara lastiğimizle ne de mutlu olmuşuz meğer.

Cam gülleler de alırdık evet, ama biz genelde güllerimizi taştan yapardık. Önce Andırın Çayı’ndan en renkli, en göz alıcı taşları toplardık. Çekiçle küçük küçük kırardık onları. Dakikalar saatler değil, günler sürerdi bir taşı yuvarlamak. Sonra tereyağı sürer bir beze sarardık. Günlerce öyle kalırdı. Ardından zımparayla pürüzlerini alırdık. Cam gibi parlardı güneşte. Ne mutlu olurduk.

Oyun oynayarak büyüdük biz. Köyde de oynadık, şehirde de. Okul dışında günde en fazla bir saatlik çalışma yeterliydi başarılı olmak için. O bir saati de nasıl olsa bulurduk. Bu arada, günde 5 saat ders yaptığımızı da söylemeden geçmemeliyim.

Ya şimdi….

Misafirlikte eve döner dönmez çocuğum için yaptığım ders programını aldım elime. 6 ders saati okulda kalıyordu çocuklarım. Yani bizim çocuklar okulda bizden bir saat daha fazla kalıyordu. Dershaneye vermiştik, ekstra günler dışında haftada 3 gün dershaneye gidiyordu. Deneme sınavları oluyordu sık sık. Bir de evde yaptığım çalışma programı.

Çalışma programını oğlumun dershanedeki rehberi öğretmeninin rehberliğinde düzenlemiştik. Günde 4 saat ek çalışma yapıyordu okul dışında. Okul çıkışı 2 saat, akşam 2 saat olmak üzere 4 saat serbestti. O saatlerde de anneye babaya yardım ediyordu tabi. Odasını toplayacak, bakkala gidecek, komşuya çorba götürecek, sofranın hazırlanmasında ve toplanmasında yardımcı olacaktı.

Yaramazlık yapmayacaklar, evde top oynamayacaklar, bilgisayarı açmayacaklar, dizi izlemeyecekler, dışarı çıkmayacaklar, dışarı çıktıklarında geç kalmayacaklardı.

Akşam 21 olan yatma saatini de 21.30 olarak değiştirmek gibi büyük bir de lütufta bulunmuştuk. Baktıkları dizinin reklam olmasını bile bekleme hakları yoktu çocukların. Dakik olmalıydılar. Biz dakik oluyor muyduk, o ayrı mesele.

Bütün bunları yaparken de makul ve mantıklı izahlarda bulunuyorduk. Bir yarış vardı ve bu yarışı en iyiler kazanacaktı. En iyi olmak için çok çalışmaları gerekliydi. 3 yıl, sadece 3 yıl çalışacak ve iyi bir okul kazanacaktı. Bu iyi okulun bizdeki adı Fen Lisesi‘ydi elbette. 3 yıldan sonra çok rahat olacaktı. Eskisi gibi çalışmasına gerek kalmayacaktı.

Çocuklara liseye başlar başlamaz ÖSS maratonunun başlayacağını söylememiştik elbette. Günü gelince “4 yıl, sadece 4 yıl çalışacaksın ve sonra çok rahat edeceksin” diyecek ve yeni bir maratonun startını verecektik. Ama şimdiden bunu söyleyerek onların çalışma azimlerini kırmamak gerekliydi.

Tüm bunlar süratle geçti aklımdan. Böyle bir çalışma programına uymak zorunda bırakılsaydım acaba ben ne yapardım?

Çocuklara imkansızlıklardan, olumsuzluklardan bahsetmiştim hep. Dershaneye gitmemiş, üniversiteye hazırlık için bir tek dergi ya da kitap alamamıştım. Şimdi, sınırsız kaynakları vardı. Kendimizce onları en iyi dershaneye vermiş, istenilen ve istenilmeyen tüm kaynakları yığmıştık önlerine. Tek yapmaları gereken çalışmaktı. Bu kadarla kalmamış bir de internetten yeni kaynaklar bulmuştuk. Onlarca sitede 50 den fazla deneme sınavına girebilir, anlamadıkları konuların çözümlerini izleyebilirlerdi. Bu imkanlar bize verilseydi biz neler neler yapardık.

Öyle miydi gerçekten?

Bu çalışma temposuna dayanabilir miydik? Günde okul dahil 10 saatten fazla çalışmayı bünyemiz kaldırabilir miydi?

Kesin bir cevap verdim o anda.

Ben o yükü asla kaldıramazdım herhalde.

Peki ne yapmalıyız?

SBS denen bir –aslında bir değil tam üç-  (ne de sevinmişti oğlum sınav iptal olunca ) sınav var ve çocuklarımız milyonlarca çocukla birlikte bu sınavlara girmek zorunda.

Onlara bu yüzden, her ne kadar bu çalışma temposunu kaldıramayacaklarını bilsem de “programı yeniden yapalım” diyemiyorum.

Yüreğim, okuldan sonra oyun için çok uzun bir zaman ayrılmasından yana. Ama aklım ve mantığım öyle demiyor.

Peki çözüm nedir?

Devlet de bir baba gibi düşünmeli bence? Benim çocuklarım için duyduğum endişeyi devlet de tüm çocukları için duymalı.

Eğitim sistemi de, sınav sistemi de tekrar gözden geçirilmeli. Yavrularımızı yarış atı gibi koşturmamıza sebep olan sistemden bir an önce vazgeçilmeli.

Ne yapmalı diye sorarsanız… Bilmiyorum… gerçekten bilmiyorum.

Ben sadece, çocuklarımı dershaneye değil, yüzmeye göndermek istiyorum o kadar. Öğleden sonraları onlarla çarşı pazar dolaşmak istiyorum.

İstiyorum ki, ben televizyonda maç bakarken çocuklarım odalarında ders çalışıyor olmasın. Maça çocuklarımla birlikte bakalım. Maç saatinde dizi varsa, maç izlemek için eşime ve kızıma karşı 3-2 gibi bir üstünlüğümüz de olsun hem. Diktatörce kullandığım maç bakma hakkımı, demokratik teamülleri işleterek kullanmak gibi bir güzellik yapmış olayım aileme karşı.

Çocuklarımın, çocuklarına ders dışında anlatacak bir hayat hikayesi olsa kötü mü olur?

Bu sorunu burada çözemeyiz biliyorum. Ama görüşleriniz elbette çok önemli. Belki bu çalışma temposundan çocuklarımızın en hasarla kurtulmasını sağlayacak çözümler bulabiliriz birlikte.

Ne dersiniz?

NOT: Bu yazının en kötü tarafı, benim çocuklarımın ya da diğer çocukların çalışma konusundaki disiplinden kopması, çalışma konusunda daha lakayt bir tutum içine girmesidir. Ama yavrularım, hayat gerçekten bir yarış ve sizin -üzülerek söylüyorum- maalesef bu yarışı kazanmak için yarış atı gibi koşmanız gerekiyor. Büyüklerimizle beraber sizin için daha güzel bir çözüm buluncaya kadar sizler koşmaya devam edeceksiniz. Ders aralarında dua edin o çözümü bulmak çok uzun sürmesin.

Ali ÇAM

0 Yorum

Bir İçerik Gönder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer Yazılar