İlkbahar, küçük köyün üzerine rengârenk bir battaniye gibi serilmişti. Çiçekler birer birer uyanıyor, ağaçlar taze yapraklarıyla gökyüzüne selam veriyordu. Kuşlar neşeyle ötüyor, dereler kışın ağırlığını üzerinden atmış gibi şırıl şırıl akıyordu.
Köyde yaşayan Elif, her sabah okuluna gitmeden önce yaşlı komşusu Meryem teyzenin kapısını çalardı. Meryem teyze, yürümekte zorlandığı için ev işlerini artık pek yapamaz olmuştu. Elif, ona süt götürür, sobasını yakar, çiçeklerini sular ve birkaç dakika da sohbet ederdi.
Bir sabah Elif, bahçede boynunu bükmüş bir papatya gördü. “Neden böyle solgun bu çiçek?” diye düşündü. Su verdi, toprağını eşeledi. O anda Meryem teyze, pencereyi araladı ve gülümsedi:
“Bazı insanlar da papatyalar gibidir Elif’im… Bir damla ilgiyle tekrar açarlar. Senin kalbin bahar gibi, hem çiçekleri hem insanları canlandırıyor.”
Elif utandı, ama içi sıcacık oldu. O sabah okul yolunda gökyüzü her zamankinden daha mavi, ağaçlar daha yeşildi. Çünkü iyilik, ilkbahar gibi—gizli, nazik ve hayat doluydu.
0 Yorum